top of page

Siktir et, bunun resmi yapılmaz!

 

Şu Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı’ndan yukarı doğru çıkarken sağ tarafta Conrad Hotel vardır hani. Yarım dairemsi. Kış aylarında oraya götürürdü beni babam küçükken. Kapalı havuzuna… Bayılırdım oraya gitmeye. Oraya gitmeye… Orada olmak, bulunmak zaten guzeldi. Ama oraya gitmek, o gidiş yolu da ayrı guzeldi. İki temel sebebi vardı. İlki, baba-oğul yani erkek erkeğe yaptığımız bir program oldugu icin kendimi oraya varış yolunda daha bir…ne bileyim…daha bir erkek gibi hissederdim. Daha güçlü… İkincisiyse, babamın olduğu yerde rahat ederdi etrafındaki insanlar ve standartlarının belki her zaman yukarısında olmasa da dışında bir vakit geçirirlerdi. Her zaman onlara sunacak ya farklı bir yemeği, içkisi ya da en önemlisi muhabbeti olurdu. Bu özelliğini babamın çok severdim ve bunu bilerek gittiğim için o gidiş yolu da beni heyecanlandırırdı. Çıt çıkarmazdım yolculuk boyunca çünkü hayal kurardım sürekli. Bir yandan da arabanın camından sokakları, insanları izlerdim. Beşiktaş’ta meydanları doldurmuş kuşları besleyenler olurdu. Yediden yetmişe, her yaştan insan görmüşlüğüm vardır kuş besleyen. Bir de o kuşların arasından müthiş bir heyecanla koşarak geçen bebekler görürdüm bazen. Kış ayları olduğu için giyindikleri montlarla kuşlara doğru ilerleyen devasa kar toplarına benzerlerdi. Yüzümde bir tebessüm oluşurdu. Sonra da gökyüzüne bakardım. Biz kapalı havuza akşama doğru gittiğimiz için hava kararmak üzere olurdu hep. Gün batımından sonra kalan kısa sureli aydınlık…

 

Yolda hayal kurardım dedim ya… Onun detayını hemen baştan vermeyeyim dedim. Çünkü günün en önemli olaylarından biriyle ilgili olan bir hayaldi bu. O kadar yüzüp yüzüp yorulup sonra yiyeceğim yemekle ilgili olan hayal… Küçük çocuk için evin dışında yemek yemek büyük olay. Hemen öyle baştan anlatılır mı?! Şimdilerde beni yeni tanıyanlar için söylüyorum, bu hareketsiz halime aldanmayın, o yaşlarda yerimde durmazdım. Yaramaz değil ama çok hareketli bir velettim ve çok yerdim. Bayağı yüzerdim, hiç durmazdım. Sonra acıkırdım ve evet… Günün beklenen anı gelirdi. Garson karşımda iki eli kıçında birleşmiş, saçında yarım kutu jölesi ve beni evimde hissettirebilmek için gereğinden fazla sıcak tebessümüyle ne yemek istediğimi sorardı. Oscar kazanmaya kesin gözüyle bakıp konuşmasını çoktan hazırlamış biri bulurdu karşısında. Kafamı kaldırırdım ve o dört sihirli kelimeyi söylerdim : “KILİP SANDVİÇ, PURTIKAL SIYU!”

Havuzda güzelce yüzüp, yemekleri yedikten sonra çıkardık otelden. Artık hava kararmış olurdu. Dönüş yolunda bu sefer arabanın camından yıldızları izlerdim. Çok sürmeden eve varırdık ve mışıl mışıl uyurdum.

————————

Bilen bilir, Cihangir’deki evimden yeni taşındım. Maçka’da parka yakın şehir manzaralı tatlı bir eve geçtim. Çok da sevdim yeni evimi. Annem sağolsun çok yardımcı oldu taşınırken, evi yerleştirirken. Taşındığım ilk gün O’nla bayağı yorulduk. Günün sonunda birer kadeh şarap hakkımızdır dedik biraz keyif yaptık. Annem sonra gitti ve yeni evimde yalnız kaldım. Şehir manzaramla… E gene bilen bilir, benim favorim şarap değil rakıdır. Annem de bunu seninle beraber öğrenecek, O gittikten sonra bakkaldan bir rakı söyledim kendime. Yeni ev, yeni başlangıç, yeni resimler, yazılar, hikayeler… Kendi kendime bir kadeh koyup keyif yapayım dedim. Rakı siparişim geldi, mutfakta kendime bir bardak doldurdum, anason kokusu geldi burnuma, salona geçtim, şehir manzarali koltuğuma oturdum…ve…bu kadar yeniliğe kadeh kaldırabilecekken yüzümde bu eve taşındığımdan beri tebessüm oluşturan eskiye dayalı bir görüntüye kadehimi kaldırdım. Şehir manzaramda Conrad Hotel vardı. Yukarıda sana anlattığım hikayeyi yaşadım bir kez daha. Tam da otelden çıkış saatimizdi. Karanlık iyice çökmüş, otelin ışıkları yanmıştı.

 

Bir an düşündüm… Acaba dedim seneler sonra küçüklüğüme dair bu anıyı yeniden yaşamamın resmini yapıp “Yansımalar” serime mi eklesem? Birkaç saniye düşündüm, “güzel olur aslında” dedim kendi kendime.

 

…Sonra içimden gelmedi. Canım sıkıldı hatta. Çünkü gözüm ister istemez şehrin geri kalan görüntüsüne de gitti. Bahsettiğim kuşlar vardı hani… Güzergahları göç bölgelerinden geçirildiği için hızlı trenlere çarpıp ölüyorlar şimdilerde. Kuşları besleyenler… Meydanlardan uzak duruyorlar. Ya yıldızlar… Yerlerini meğer çoktan gökdelenlerin tepelerindeki yanıp sönen ışıklara bırakmışlar. Bir zamanlar çok daha yaygın olan ama “kıroca” denilip ötekileştirilen havai fişek patlamaları vardı. Gerçekten korkunç bir adetti bu arada. Fakat onlar da yerini bombalara bıraktı…

 

Baba kusuruma bakma, bu guzel anı resmedilmek için biraz daha bekleyecek.

 

Az biraz yüzüm düştü.

 

Ve günün sonunda dedim ki…

 

“Siktir et, bunun resmi yapılmaz!”

 

İlhan Tolga Ergün

bottom of page