top of page

Bu seriyle alakalı en fazla karşılaştığım sorulardan bir tanesi neden resimlerin hikayelerini yazdığımla ilgili. “Neden yazıyorsun?” - “Sadece resimleri yapmak neden yetmedi?” - “Resimlere bakıp insanların kendi çıkarımlarını yapmaları daha iyi olmaz mıydı?” - “Neden resimleri anlatmayı tercih ettin?” Böyle türlü türlü sorular… Tahmin de ediyordum bu seriye başlarken böyle soruların geleceğini. Sorulmasa daha garibime gidebilirdi aslında. 

 

Ben eskiden çok sessiz biriydim. Sohbet ortamlarında bulunmuyor muydum? Tabii ki bulunuyordum ancak sohbete direk katılan değil de daha çok sohbeti izleyen ve gözlemleyen tarafta olmayı seviyordum. İnsanlar mutlu veya üzücü şeyler anlatırken nasıl anlatıyorlar, jest ve mimikleri nasıl, ilgilerini çeken bir şey anlatılırken nasıl davranıyorlar, ilgilerini çekmeyen bir şey anlatıldığında nasıl sıkılıyorlar, bunları izlemek benim en büyük eğlencemdi. Belgesel gibi… Dolayısıyla mümkün olduğunca çaktırmadan gözlem yapıyordum. Yeri geldiğinde de konuşarak katılmaya çalışıyordum. 

 

Zaman geçtikçe işleri biraz değiştirmeye karar verdim. Sohbetlerde daha aktif olmaya niyetlendim. Ancak bu insanları izlemeyi ve gözlem yapmayı sonlandırmak anlamına gelmemeliydi. İkisini de aynı anda yapabilmeyi öğrenmeye çalışmaktı istediğim. Zamanla kendimi geliştirdim (hala geliştirmeye çalışıyorum) ve sohbetlerin aktif tarafının da tadını almış oldum. Bu çok özel geldi bana. Bir şeyleri anlatmak, anlatabilmek, paylaşabilmek, kendi hikayeni ve nerelerden geldiğini ekleyip çıkarmadan güzel bir şekilde karşı tarafa aktarabilmek… En fazla cesaret isteyen alış-veriş türlerinden biri gibi. Bu alış-veriş bana hiç hesapta olmayan bir şekilde başka bir şeyi de öğretti. Daha iyi dinleyebilmeyi…

 

Geçen Aralık ayıydı ben bu seriyi çıkarmaya karar verdiğimde. “Artık bir seri çıkarmam lazım geç bile kaldım” diyordum. Ancak ilk başta nasıl bir seri olsa, ne tarzda yapsam, hiçbir fikrim yoktu. Birkaç fikir geldi aklıma ama tatmin olmuyordum bir türlü. Sana sorayım dedim… Sana, ötekine, berikine… Dinleyeyim bakiyim dedim. Sonra bir baktım sanki kafamın içinde bir sofraya oturmuşuz sohbet ediyoruz hepimiz. “Tamam” dedim işte bu. Bu sohbetten resimler çıkar. Çünkü her hikayenin birçok rengi vardır. Bunları yansıtabildiğim takdirde tatmin olacaktım. 

 

“Yansımalar” serisi böyle oluştu. Hikayeleri de yazmamın ve yazarken sanki karşımda biri varmış gibi yazmamın sebebi de seninle sohbet ederek seni de bu serinin bir parçası yapmak istemem. Dolayısıyla “Yansımalar”ı ben bir sofraya benzetiyorum. Hiçbir zaman toparlanmayacak olan bir sofra… Serideki resimler de sohbet konuları… Sen resimlere baktıkça, hikayelerini okudukça, o sofraya oturmuş olacaksın. Beğenirsen de ne mutlu bana…

 

Gel hadi bir çay içelim. Demli…

 

Sonra baktık ki kalkamıyoruz,

 

bi küçük açarız.

bottom of page